4 Haziran 2013 Salı

MAKALELER

Müzik dersi beyni geliştirir mi?

 
 Müzik dersi beyni geliştirir mi?
Çocuklar daha anne karnındayken duydukları seslerle müziğin farkına varmaya başlarlar. Doğduklarında da ninnilerle, melodilerle müziğe olan yatkınlıkları devam eder. İnsanları sakinleştiren, hatta ağrılarınızı bile hafifleten müzik eğitimini çocuğunuza küçük yaştan itibaren verirseniz beyin gelişimi de önemli ölçüde desteklenecektir.
Huffington Post isimli dergide yayınlanan haberde, Journal of Neuroscience isimli dergide yayınlanan araştırmaya göre, çocukken müzik derslerini seviyorsanız çok şanslısınız. 7 yaşından önce müzik öğrenmek beyninize büyük fayda sağlıyor. Küçük yaşta müzik eğitimi alan çocukların "korpus kallozum" olarak bilinen beynin bir parçasındaki beyaz bölgenin daha büyük olmasına yardım ettiği tespit edildi. Bu bölge sinir liflerinden yapılmıştır ve beynin sağ ile sol tarafındaki motor bölümleri arasındaki iletişimi sağlıyor.
7 yaşından önce müzik eğitimi alan çocukların, işitsel ve görsel sensorimotor (hem duyusal, hem de motor işlevler) senkronizasyon konusunda 7 yaştan sonra başlayanlardan daha iyi performans gösterdikleri belirlendi. Araştırma için, bilim adamları iyi eğitilmiş 36 müzisyeni test etti ve onları 7 yaşından önce müzik eğitimine başlayanlar ve 7 yaşından sonra müzik eğitimine başlayanlar olarak 2 gruba ayırdı. Katılımcılar araştırmacılar tarafından hazırlanan soruları cevapladılar. Sorular arasında ne kadar süre eğitim aldıklar, pratik yaptıkları ve bir enstrümanı kaç saat çaldıkları gibi değişik sorular vardı. Bilim adamları katılımcıların zamanlamasını ve senkronizasyon yeteneklerini test ettiler. 7 yaşından önce bir enstrüman çalmaya başlayan müzisyenlerin, deneyde daha kusursuz zamanlama gösterdikleri ve beyinlerinin korpus kallozum isimli bölgesinde daha fazla geliştirilmiş beyaz madde olduğu belirlendi. Bir enstrüman çalmayı öğrenme elleriniz ile görsel ya da işitsel uyaranlar arasındaki koordinasyon gerektiriyor.
7 yaşından önce bunu yapmak ise beyninizin duyusal ve motor bölgeleri arasındaki bağlantının normal olgunlaşmasını destekliyor. Müziksel performans yetenekle ilgilidir. Bunun yanında iletişim, tarz, istek ve bizim ölçemediğimiz birçok şeyle ilgilidir. Bu nedenle erken yaşta müziğe başlamak dehanızı, yeteneğinizi açıklamaya yardım eder.
Daha önce yapılan bir araştırmaya göre ise erken yaşta enstrüman çalmayı öğrenmenin bilişsel, zihinsel yeteneklerinizin de gelişmesini sağladığı tespit edilmişti. Ayrıca Mayo Clinic`te yayınlanan bir araştırmada ise müzik dinlemenin insanı sakinleştirdiği ve ağrı hissini azalttığı ve hatta uykuya geçmeye yardımcı olduğu açıklandı. Kaynak:ZAMAN.COM.TR



OKULA YENİ BAŞLAYAN ÇOCUKLAR


`Okula yeni başlayan çocuğu kademeli olarak yalnız bırakın`

Öğretmenler, uyum programına alınan çocuklarını bir an olsun yalnız bırakmayan velilerden dertli. Okula başlayacak çocuğun ihtiyaçlarını giderecek yaşa geldiğine dikkat çeken uzmanlar, anne-babalara tavsiyelerde bulundu: "Küçük öğrencilerden kademeli olarak uzaklaşın. Öğretmenle çocuğun arasına girmeyin. Onların okuldaki gölgeleri olmayın."Anaokulu ve ilkokul birinci sınıfa kayıt yaptıran minikler için ders zili bir hafta erken çaldı. Öğrencilerin, okula iyi bir başlangıç yapabilmeleri ve kurallara alışmalarını kolaylaştırmak için düzenlenen uyum programına anne-babalar da ortak oluyor. En az çocukları kadar heyecanlı olan veliler, okullara rahatça girip çıkıyor. Fakat çocuklarını ders bitimine kadar bekleyen kimi veliler, öğretmenlere zor anlar yaşatıyor. Kimi kapısı açık olan sınıflardan çocuklarını izliyor, kimi de çocuğunu tuvalete götürüp getiriyor. Uzmanlar, teneffüs zili çalana kadar çocuklarını saatlerce kapıda bekleyen ebeveynleri özellikle de anneleri uyarıyor: "Çocuklar, bu süreçte kademeli olarak rahat bırakılmalı. Zira çocuk bu haftadan sonra yalnızlığa düşebilir."
`VELİLER SOSYAL REFAKATÇİ OLMALI`
Aile Danışmanı Nimet Kirişçi, anne-babaların okula başlayan evlatlarının üzerine titremelerinin normal olduğunu ancak yeni bir başlangıç yapan çocuğa `ayrışma ve bireyselleşme` fırsatı verilmesi gerektiğini söylüyor. Çocuğun 18-24 ayda mesafeli olarak anneden ayrışmaya çalıştığını ifade eden Kirişçi, bazı annelerin ise kendi patolojileri yüzünden buna izin vermediğini ve çocuğun kendisi olmasını sürekli engellediğini belirtiyor. Bu çocukların sürekli korunan, kollanan, hiç kendisi olamayan bireyler olacağını dile getiren Kirişçi, "Annelerin bu süreçte kademeli olarak çocuklarını rahat bırakmaları gerekir. Okula başlayan çocuk tuvalet ihtiyacını giderebilir, yemeğini kendisi yiyebilir. Bu dönemde bunlar yapılmazsa çocuk bu haftadan sonra yalnızlığa düşebilir. Bu da çocuğun bağımlı kişiliğe sahip olmasına zemin hazırlar" diyor. Pedagog Adem Güneş ise anne ve babaların kendilerini "sosyal refakatçi" olarak görmesi gerektiğinin altını çiziyor. Güneş, "Veli çocuğuna yapışmamalı, öğretmenle çocuğunun arasına girecek hareketlerde bulunmamalı. Öğretmen de, "Bir an önce annesinden koparıp sınıfa alıştırayım" dememeli. Çocuk, hiç tanımadığı bir ortam ve insanlarla karşılaşıyor. Öğretmeninin duruşu, sesi, hitap tarzı yabancı. Sınıf arkadaşları hep yeni yüzler. Bu yüzden ilk olarak ortama alışamaz, güvenemez. İşte bu durumda veliler sosyal refakatçi olmalı" diye konuşuyor.
Öğrenciyi sınıfta değil okul bahçesinde bekleyin
İlk haftalar, çocuğunuzu okul çıkışında bizzat kendiniz alın.
Öğretmeniyle tanışın. Ona yakın bir arkadaşınızmış gibi davranın.
Çocuğunuzun yeni arkadaşlıklar edinmesine yardımcı olun.
Onu ağlatarak, kaçarak okulda bırakmayın. Bu okul fobisine yol açabilir. Fakat her fırsatta da yanına gidip sorular sormayın.
Yeni sınıf arkadaşlarıyla vakit geçirmesine fırsat verin. "Her şeyini artık öğretmeninle yapacaksın artık onun her sözünü dinle" yerine, "Öğretmenin sana okuma-yazma öğretecek, sana yardımcı olacak" gibi sözler söyleyin.
Tuvalete gitme, yemek yeme gibi temel ihtiyaçlarını tek başına yapabilecek yaşa geldiğini telkin edin.
Çıkışta koridor yerine bahçede bekleyin. 

ÖZGÜVENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER

 

Alanı ve zemini ne olursa olsun, özgüvenin önünde bazı engelleyiciler var. Buyurun beraber bakalım neymiş insanın özgüvenin önündeki engeller?

Dikkatimi çekiyor, ülkemizde yediden yetmişe pek çok kişide özgüven sorunu var. İster sınıfta zorluklar yaşayan minik tatlı bir çocuk olsun, ister mesleğini eline almış kocaman yetişkin insanlar olsun özgüven sıkıntılı bir durum.
Aslına bakarsanız “özgüven” kavramı o kadar geniş ki. Kimi insanlar misafir ağırlayacağında özgüvenini yitiriyor, kimi insanlar araba kullanırken, kimileri kalabalık karşısında konuşurken. Birinin cesaretle yapabildiği davranışı, diğer kişi yapamayabiliyor. Dolayısıyla kimin ne zaman nerede zorluk yaşadığını anlamaya çalışmak, yüzyıllık bilmeceleri çözmeye çalışmak gibi zihni yorabiliyor.
Alanı ve zemini ne olursa olsun, özgüvenin önünde bazı engelleyiciler var. Bugün onlardan bahsetmek istiyorum sizlere. Belki özgüven sahibi olmak isteyen okuyucularımıza denk düşer yazdıklarım.
Bakayım neymiş özgüvenin önündeki engeller diyenler için maddeler gelsin:
1.      Utangaçlık: Dikkatler kendisine yoğunlaştığında ne yapacağını bilemeyen, ilgiden hoşlanmayan, cesareti kolay kırılan kişilerin yaşadığı bir duygudur utangaçlık. Kişi adeta elini kolunu nereye koyacağını bilemez. Kendisine eleştirel gözle bakıldığını düşünen kişi korkuya kapılır. Bu korku, bir anlamda kişinin kendisini koruma güdüsü olarak gelişir. Korku, yapılmaması ve söylenmemesi gereken şeyleri yaptırır ve söyletir. Özgüven sahibi olmak isteyen insan, öncelikle utangaçlık duygusuyla baş etmeyi öğrenmelidir. İçine biriken korkunun, kendi zihinsel algılarının mahsulü olduğunu hatırlatmalıdır kendisine. Böylece utangaçlıkla baş etmeniz kolaylaşır.
2.      Başarısızlık kaygısı: Özgüvenin önündeki en önemli engellerden birisi de budur. Her ne yapıyorsanız yapın, işin sonunda başarılı olacağınızı düşünün. “Ya başaramazsam” duygusunu aklınıza getirmeyin. Üstelik yaptığımız her işi illaki başaracağız diye bir kural da yok zaten! Biz çabalar elimizden geleni yaparız, başarı gelirse gelir, gelmezse keyfi bilir. Önemli olan çalışma sırasında edindiğimiz tecrübeleri biriktirebilmektir. Esas başarı, pek çok başarısızlıktan sonra bile en güzel dersi çıkarıp yoluna devam edebilmektir.
3.      Alay edilme kaygısı: Dikkatimi çok çeken bir başlık da bu! Özgüven sorunu yaşayan kişilerin çoğu, kendileriyle alay edileceğini zannediyorlar. Oysa kendisine çok güvenin insanlarla da alay edilir. Buradaki temel mesele, birilerinin sizinle alay edip etmemesi değil, yapılan alayları sizin ciddiye alıp almamanızdır. Kendimden örnek vereyim; Allah’ın emrettiği tesettürü büyük bir özgüvenle taşıyorum. Bununla bile alay eden insanlar çıkıyor biliyorsunuz hepiniz. Alay edilecek diye emri mi yerine getirmeyeyim yoksa alay ettikleri için oturup ağlayayım mı? Kendi bildiğim doğruyu uyguluyorum, yol benim yolum deyip ilerlemeye devam ediyorum. Tarih boyunca alay hep olmuştur, olacaktır da! Peygamberlerle bile alay edildiğini biliyoruz hepimiz! Önemli olan sizin yaptığınız şeyi doğru yaptığınızdan emin olmanız! Ve alay edilmesinden korktuğunuz durumlara espri ile yaklaşabilmeniz.
4.      İncitilme kaygısı: insanların çoğu incitilmeye karşı çok duyarlı maalesef. İncitilmekten çok endişeleniyorlar. Bu duruma kendisini kaptıran insanlar özgüven geliştiremez biliyor musunuz? Çünkü kendine güven duygusu, aşırı kırılgan kişiliklerde gelişemez. Sürekli kendisinin diğer insanlar tarafından itilip kakıldığını, aşağılandığını düşünen kişi, kendisine güvenebilir mi? Başkalarının gözünde değerli olmadığını hisseden kırılgan kişilik elbette özgüven sahibi olamaz. Bunun için şartlar ne olursa olsun, aşırı duygusal kırılgan özelliklerinizle baş etmeye çalışın.
5.      Reddedilme kaygısı: Bu kaygı hayatın pek çok alanında karşımıza çıkar. Pek çok kişi, başka insanlar tarafından reddedilme kaygısı yaşadığı için yalnız kalmayı tercih eder. Kimse tarafından kabul edilmeyeceğini, sevilmeyeceğini, istenmeyeceğini düşünüp durur. Hayatını hem kendisinin hem de çevresindekilerin burnundan getirdiği gibi özgüvenini iyice baltalamış olur. Pek çok sosyal sorunun arkasında bu kaygı yatar. Örneğin; ergenlik dönemindeki genç, arkadaşları kendisini reddetmesin diye sigaraya başlar. Eşi tarafından reddedileceği kaygısı yaşayan kadın, eşine karşı samimi davranamaz, yüzeysel ve sahte davranışlar sergiler. Böylece evliliği duygu duvarıyla ilerler. Hatta ilerleyemez bile.   
6.      İstenmeyen sonuçlarla karşılaşma kaygısı: Özgüven demek, istenmeyen durumlarla karşılaşıldığında, olanı anlamaya çalışıp, gelecek için dersler çıkararak yola devam etmek demektir. Özgüven sorunu yaşayan insanlar, yeni ve beklenmeyen durumlar karşısında nasıl davranacaklarını bilemedikleri için, istenmeyen durumlarla karşılaşmaktan korkarlar. Gereksiz korkuları kendi kendilerinin iç enerjisini bitirir. Yeni adımlar atma, yeni bir işe girişme, yeni insanlarla tanışma, yeni fikirlere açık olma gibi durumların tamamı onlara çok uzaktır.
Danışmanlık hizmeti verirken karşılaştığım özgüven sorunu yaşayan kişilerde gözlemlediğim ortak kaygılar bunlar sevgili okurlar. Bir sabah uyandığınızda hop diye özgüven sahibi olamazsınız elbet! Ancak özgüven sahibi olmanıza engel olan kaygıları adım adım yenmeye çalışarak özgüven sahibi olabilirsiniz.
Yapabiliyorsanız tek başınıza… yapamazsanız ben yardım ederim merak etmeyin…
Sevgiler…
Kaynak.
Mehtap Kayaoğlu (Psikolojik Danışman & Psikoterapist)



ÇOCUKLARINIZI POZİTİF DİLLE EĞİTİN !!


Kelimelerin su üzerinde bile etkili olduğunu düşündüğümüzde, eğitimde, özellikle de çocuk eğitiminde ne kadar önemli yer ettiğini aklımızda tutmak gerekirç

Kelimelerin insan üzerinde müthiş etkileri olduğunu biliyoruz. Atalarımızın “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır” sözünü, koca Yunus “Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini” diyerek destekliyor. Kur’an-ı Kerim’de Mevla “Güzel bir söz kökü yerde sabit, dalları havada güzel bir ağaca benzer. O Rabbinin izni ile her zaman meyvesini verir.” derken, Peygamber Efendimiz (asm) “Sözde sihir vardır.” diyerek kelimelerin gücüne vurgu yapıyor.

Japon bilim adamı Emoto, sular üzerinde yaptığı deneylerde kelimelerin gücünü bir kez daha ortaya koymuş durumda. Bir şişeye saf su koyan Emoto, bu şişelerin üzerine üzerinde çeşitli cümleler yazdığı etiketler yapıştırıyor. Bu etiketlerin kimine “Seni seviyorum”, “Teşekkür ederim” kimine ise “Senden nefret ediyorum” yazıyor. Emoto, şişeleri bir gece bekletiyor ve sonra açarak içindeki su kristallerini fotoğraflıyor. Sonuçta görüyor ki, camına güzel cümleler yapıştırdığı suyun kristalleri çok düzgünken, diğerlerinin kristalleri oldukça bozuk. Cansız dediğimiz su, üzerine yapıştırılan olumsuz etiketten arada cam olmasına rağmen etkileniyor.

Cansız bir madde bile, olumsuz kelimelerden etkileniyorsa, çocukların taşıdığı minik kalpler olumsuz kelimelerden kim bilir nasıl etkileniyor? Bu nedenle anne-babaların ve çocuklarla muhatap olan tüm eğitimcilerin kullandığı kelimelere dikkat etmesi gerekiyor.

Öncelikle, çocuklarımızı olumsuz etiketlemekten kaçınmalıyız değerli okuyucular. “Koca kafa”, “sakar”, “tembel”, “miskin”, “ablak”, “kepçe”, “uyuşuk”, “yalancı”, “cingöz”, “serseri”, “ukala” gibi kelimeleri bazen yanlışlıkla çokça kullanabiliyor ve çocuklarımıza bu lakaplarla hitap edebiliyoruz. Bu etiketler sıklıkla kullanıldığında, etiket olmaktan çıkıp çocuğun kişiliğinin bir parçası haline geliyor. Çocuk, kendisinin de etiketteki gibi olduğuna inanınca artık geri dönülmez bir yola girilmiş oluyor.

Çocuklarımızı olumsuz etiketlemekten kaçındığımız gibi, onları ikaz ederken ve yönlendirirken de pozitif kelimeleri kullanmamız kesinlikle daha faydalı olacaktır. Örneğin elinde bir tabakla yürüyen çocuğumuza “Aman düşürme demek yerine”, “Sıkı tut” demek daha doğrudur. “Tembellik yapıyorsun” yerine “Daha çalışkan olabilirsin” demek daha makuldür. “Dikkatli ol” ifadesi “Sakarlık yapma” ifadesinden daha fazla yol göstericidir. “Yalan söyleme” ibaresi yerine “Doğruları söyle” ibaresini kullanmak daha eğiticidir.

Negatif ifadeler, yol göstermediği gibi akla olumsuzu da getirdiği için yanlış yönlendirici olabilmektedir. Şimdi ben size, “Kırmızı fil düşünmeyin” desem, hepinize kırmızı fili düşündüren ben olurum. Aynı şekilde “tırnaklarını yeme” dediğimiz kişinin aklına “tırnak yeme” mesajını gönderen yine biz oluruz. “Gürültü yapmayın” mesajı çocukları daha fazla gürültü yapmaya sevk eder, çünkü zihne giden mesaj “gürültü” mesajıdır. Bunun yerine “Sessiz olun” demek daha doğrudur. Çünkü çocuklara ne yapmaması gerektiğini değil, ne yapması gerektiği aktarılmalıdır. “Çöpü yere atma” demek yerine “Çöpü ilerideki çöp tenekesine at” demek arasında dağlar kadar fark vardır.

Özetle, kelimelerin su üzerinde bile etkili olduğunu düşündüğümüzde, eğitimde, özellikle de çocuk eğitiminde ne kadar önemli yer ettiğini aklımızda tutmak güzel olacaktır. Yunus’la başladık onunla bitirelim isterseniz: Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz; Sözü pişirip diyenin,
işini sağ ede bir söz.

Mehmet Teber
Psikolojik Danışman & Pedagog




ÇOCUKLARDA DUYGU EĞİTİMİ


Çocuklar duygularının esiridir, duygularını kontrol etmekte zorlanırlar ancak bu onların duygularının eğitilemeyeceği anlamına gelmez...
Günümüzde bir çok anne-baba çocuğunun agresif olduğundaN, çevresine zarar verdiğinden ve saldırgan olduğundan şikayetçi. Bu gibi durumların hepsi çocuğun duygularını kontrol edemediğini, doğru ifade edemediğini gösterir. Çocuklarımızı yetiştirirken onun davranışlarını, düşüncelerini eğittiğimiz gibi duygularını da eğitmemiz gerekir.
Çocuklar Duygularının Esiridir
Çocukların duyguları hakkında ilk bilmemiz gereken onların duygularını kontrol etmekte zorlandıklarıdır. Beynin ortasında yer alan limbik sistem duygularla ilgilidir. Ön beyin ise iradenin ve düşüncenin merkezidir. Yani duyguları kontrol eden ön beyindir. Çocuklarda ön beyin gelişmemiş olduğu için çocuklar duygularını kontrol etmekte başarısızdır. Bayramlarda canları şeker ister. Bu isteme duygusu onları harekete geçirir, iradeleri gelişmemiş olduğu için size verdiği sözü, şeker yiyince dişinin çürüyeceğini hayal meyal hatırlasa bile o duygu o kadar baskın gelir ki, genelde duygunun dediği olur. Bir yetişkin, canı şeker istese de kilo alacağını, çok şekerin midede ağrı yapacağını düşünerek bu duygusunu frenleyebilir. Çünkü yetişkinlerde ön beyin gelişmiştir ve duygulardan gelen istekleri dengeleyebilir. Merak duygusu çocuğu dürttüğünde çocuk, çekmeceleri dolabı karıştırabilir. Kıskançlık duygusu geldiğinde kardeşini hızla itebilir. Anne-babasına verdiği söz, ona söylenen telkinler o an aklına gelir ama sivrisinek vızıltısı gibidir. Duygu baskın gelir, tam gelişmemiş ön beyin bu duyguyu durduramaz ve çocuk duygunun esiri olur. Bu nedenledir ki, Yaratıcımız ve devletler çocukları suçlu bulmaz. Çocuklara günah yazılmaz ve onlar hapse atılmaz. Ta ki, ön beyinin büyük oranda gelişimini tamamladığı ergenlik dönemine kadar. 
Önce Duyguları Tanıtalım
Çocuklar duygularının esiridir, ancak bu onların duygularının eğitilmeyeceği anlamına gelmez. Çocuk duygu eğitiminde, ilk önemseyeceğimiz konu çocukların duyguları tanıyabilmesidir. Korkmak, sevmek, üzülmek, ürkmek, heyecanlanmak, hayal kırıklığına uğramak, endişelenmek, hırs yapmak, çekinmek, hoşlanmak, kızmak, nefret etmek, utanmak, pişman olmak, yadırgamak, özlemek, ümitsizliğe kapılmak, merak etmek, istemek, iğrenmek, mest olmak, hüzünlenmek gibi o kadar çok duygu vardır ki. Anne-babalar çocukları ile iletişim kurarken bilinçli olarak bu duyguları kullanmalı ve çocuklarının bu duyguları öğrenmesini sağlamalıdır. Anne-baba çocuk yanında sadece kızmak, üzülmek, sevinmek gibi temel duyguları konuşuyorsa, çocuk tüm duygularını bu üç kelime ile ifade etmeye çalışacaktır ki, bu yetersiz kalacaktır. Bu nedenle çocuklarla iletişime geçerken olabildiğince farklı duygulardan bahsetmek gerekir. 
Bunun yanında, çocuklara “Ne hissettin” sorusunu sorarak onların duygularını nasıl ifade ettiklerini öğrenebiliriz. Hangi duyguları tanıdıklarını görebiliriz. “Arkadaşım bana vurdu” diyen çocuğunuza “O sana vurunca ne hissettin?” diye sorabilirsiniz. Çocuk ilk etapta duygusunu ayırt edemeyecek ve “Ben de ona vurdum, öğretmenine söyledim.” gibi daha çok hissettiğini değil yaptığını söyleyecektir. Biz onun bu cümlelerini “Kızdın mı, korktun mu, üzüldün mü, heyecanlandın mı?” gibi yeni sorularla yine duyguya çekebiliriz. Çocuklar bu sayede duygu denen ayrı bir mekanizmaya sahip olduklarını anlayacaktır. Ayrıca çocuğunuzla birlikte, çeşitli dergi ve gazetelerdeki insan yüzlerine bakarak, onların duygularını tahmin etme oyunu oynayabilirsiniz. “Sence buradaki adam/kadın ne hissediyor?” gibi soru sorabiliriz. Oyununuza Duygu Bulmacası adını verebilirsiniz. 
Duygularla Davranışları Ayıralım
Duygu ve davranış birbirinden ayrı ama birbiriyle ilintili mekanizmalardır. Birisi size hakaret ettiğinde kızabilirsiniz. Burada kızmak duygudur ve hakaret eden birine karşı bu duyguyu hissetmek normaldir. Ancak kızgınlığın sonrasında ortaya çıkan şiddet davranışı normal değildir. Çocuklarla iletişim kurarken onların duygularını anlamalı, davranışlarına ise yön vermeliyiz. Kendisinin kalemini alan arkadaşının kafasına vuran bir çocuk kızmıştır. Biz onun duygusunu anlamadan direk çocuğa kızarsak hata yapmış ve çocuğu anlamamış oluruz. Çünkü çocuğun kızması normal, ancak bu kızgınlığı ifade etmesi yanlıştır. Daha doğrusu çocuk, duygusunu nasıl ifade edeceğini bilmemektedir.
Bir gün, arkadaşlarına zarar veren bir çocuk şirketimize gelmişti. Kızdığı zaman arkadaşlarını dövüyordu. Ona şu soruyu sordum: Peki kızdıktan sonra onlara vurmak yerine başka ne yapabilirdin? Çocuk “Küfrederdim” dedi. Çocuk öfke duygusunu nasıl ifade edeceğini bilmiyordu. Öfkelendiği zaman önüne iki seçenek çıkıyordu, küfret ya da vur. İşte burada yapılması gerek çocuğa üçüncü bir seçeneğin olduğunu öğretmek, bu konuda pratikler yaparak onu hazırlamaktır. 
Kıskanmak normal, kıskandığı kişiye zarar vermek normal değildir. Acıkmak normal, acıkınca başkasının eşyasını alıp yemek normal değildir. Merak etmek normal, merakın sonucunda dolabın içini tarumar etmek normal değildir. Biz duygu ile davranışı ayırt etmediğimiz için çocuklar onların duygularına tepki verdiğimizi düşünüyorlar. “Neden vurdun bakalım arkadaşına?” dediğimizde, “Ama o da benim kalemimi aldı” diye cevap veriyor. “Bir daha vurmayacaksın!” dediğimizde ona haksızlık yaptığımızı düşünüyor. Burada doğru yaklaşım şöyle olmalı: “Hmm, arkadaşının seni kalemini izinsiz alması seni kızdırmış. Birisi benim de eşyamı izinsiz alsa ben de kızardım herhalde. Kızdığın zaman ona vurmak yerine gidip durumu öğretmene söyleyebilirdin. Böylece daha güzel bir davranış yapmış olurdun”
Çocuklarda duygu eğitimi konusu çok su götürecek bir konu. Şimdilik çocukların gelişim gereği duygularını kontrol edemediklerini bilelim. Onlara duyguları daha fazla tanıtalım. “Ne hissettin?” sorusu ile dikkatlerini duyguya çekelim. Duygularını anlarken, davranışlarında yani duygularını ifade şekillerinde onlara yeni yöntemler gösterelim.  
Önümüzdeki haftalarda, haz, sorumluluk, mülkiyet, mahremiyet, özgüven gibi duyguların eğitime değineceğiz. Her bir hafta bir duyguyu ele alıp işleyeceğiz.
Görüşmek üzere…
Kaynak: Psikolojik Danışman & Pedagog Mehmet Teber

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder