Müzik dersi beyni geliştirir mi? |
Müzik dersi beyni geliştirir mi?
Çocuklar daha anne karnındayken duydukları seslerle müziğin farkına varmaya başlarlar. Doğduklarında da ninnilerle, melodilerle müziğe olan yatkınlıkları devam eder. İnsanları sakinleştiren, hatta ağrılarınızı bile hafifleten müzik eğitimini çocuğunuza küçük yaştan itibaren verirseniz beyin gelişimi de önemli ölçüde desteklenecektir.
Huffington Post isimli dergide yayınlanan haberde, Journal of Neuroscience isimli dergide yayınlanan araştırmaya göre, çocukken müzik derslerini seviyorsanız çok şanslısınız. 7 yaşından önce müzik öğrenmek beyninize büyük fayda sağlıyor. Küçük yaşta müzik eğitimi alan çocukların "korpus kallozum" olarak bilinen beynin bir parçasındaki beyaz bölgenin daha büyük olmasına yardım ettiği tespit edildi. Bu bölge sinir liflerinden yapılmıştır ve beynin sağ ile sol tarafındaki motor bölümleri arasındaki iletişimi sağlıyor.
7 yaşından önce müzik eğitimi alan çocukların, işitsel ve görsel sensorimotor (hem duyusal, hem de motor işlevler) senkronizasyon konusunda 7 yaştan sonra başlayanlardan daha iyi performans gösterdikleri belirlendi. Araştırma için, bilim adamları iyi eğitilmiş 36 müzisyeni test etti ve onları 7 yaşından önce müzik eğitimine başlayanlar ve 7 yaşından sonra müzik eğitimine başlayanlar olarak 2 gruba ayırdı. Katılımcılar araştırmacılar tarafından hazırlanan soruları cevapladılar. Sorular arasında ne kadar süre eğitim aldıklar, pratik yaptıkları ve bir enstrümanı kaç saat çaldıkları gibi değişik sorular vardı. Bilim adamları katılımcıların zamanlamasını ve senkronizasyon yeteneklerini test ettiler. 7 yaşından önce bir enstrüman çalmaya başlayan müzisyenlerin, deneyde daha kusursuz zamanlama gösterdikleri ve beyinlerinin korpus kallozum isimli bölgesinde daha fazla geliştirilmiş beyaz madde olduğu belirlendi. Bir enstrüman çalmayı öğrenme elleriniz ile görsel ya da işitsel uyaranlar arasındaki koordinasyon gerektiriyor.
7 yaşından önce bunu yapmak ise beyninizin duyusal ve motor bölgeleri arasındaki bağlantının normal olgunlaşmasını destekliyor. Müziksel performans yetenekle ilgilidir. Bunun yanında iletişim, tarz, istek ve bizim ölçemediğimiz birçok şeyle ilgilidir. Bu nedenle erken yaşta müziğe başlamak dehanızı, yeteneğinizi açıklamaya yardım eder.
Daha önce yapılan bir araştırmaya göre ise erken yaşta enstrüman çalmayı öğrenmenin bilişsel, zihinsel yeteneklerinizin de gelişmesini sağladığı tespit edilmişti. Ayrıca Mayo Clinic`te yayınlanan bir araştırmada ise müzik dinlemenin insanı sakinleştirdiği ve ağrı hissini azalttığı ve hatta uykuya geçmeye yardımcı olduğu açıklandı. Kaynak:ZAMAN.COM.TR
OKULA YENİ BAŞLAYAN ÇOCUKLAR
`Okula yeni başlayan çocuğu kademeli olarak yalnız bırakın`
Öğretmenler, uyum programına alınan çocuklarını bir an olsun yalnız bırakmayan velilerden dertli. Okula başlayacak çocuğun ihtiyaçlarını giderecek yaşa geldiğine dikkat çeken uzmanlar, anne-babalara tavsiyelerde bulundu: "Küçük öğrencilerden kademeli olarak uzaklaşın. Öğretmenle çocuğun arasına girmeyin. Onların okuldaki gölgeleri olmayın."Anaokulu ve ilkokul birinci sınıfa kayıt yaptıran minikler için ders zili bir hafta erken çaldı. Öğrencilerin, okula iyi bir başlangıç yapabilmeleri ve kurallara alışmalarını kolaylaştırmak için düzenlenen uyum programına anne-babalar da ortak oluyor. En az çocukları kadar heyecanlı olan veliler, okullara rahatça girip çıkıyor. Fakat çocuklarını ders bitimine kadar bekleyen kimi veliler, öğretmenlere zor anlar yaşatıyor. Kimi kapısı açık olan sınıflardan çocuklarını izliyor, kimi de çocuğunu tuvalete götürüp getiriyor. Uzmanlar, teneffüs zili çalana kadar çocuklarını saatlerce kapıda bekleyen ebeveynleri özellikle de anneleri uyarıyor: "Çocuklar, bu süreçte kademeli olarak rahat bırakılmalı. Zira çocuk bu haftadan sonra yalnızlığa düşebilir."
`VELİLER SOSYAL REFAKATÇİ OLMALI`
Aile Danışmanı Nimet Kirişçi, anne-babaların okula başlayan evlatlarının üzerine titremelerinin normal olduğunu ancak yeni bir başlangıç yapan çocuğa `ayrışma ve bireyselleşme` fırsatı verilmesi gerektiğini söylüyor. Çocuğun 18-24 ayda mesafeli olarak anneden ayrışmaya çalıştığını ifade eden Kirişçi, bazı annelerin ise kendi patolojileri yüzünden buna izin vermediğini ve çocuğun kendisi olmasını sürekli engellediğini belirtiyor. Bu çocukların sürekli korunan, kollanan, hiç kendisi olamayan bireyler olacağını dile getiren Kirişçi, "Annelerin bu süreçte kademeli olarak çocuklarını rahat bırakmaları gerekir. Okula başlayan çocuk tuvalet ihtiyacını giderebilir, yemeğini kendisi yiyebilir. Bu dönemde bunlar yapılmazsa çocuk bu haftadan sonra yalnızlığa düşebilir. Bu da çocuğun bağımlı kişiliğe sahip olmasına zemin hazırlar" diyor. Pedagog Adem Güneş ise anne ve babaların kendilerini "sosyal refakatçi" olarak görmesi gerektiğinin altını çiziyor. Güneş, "Veli çocuğuna yapışmamalı, öğretmenle çocuğunun arasına girecek hareketlerde bulunmamalı. Öğretmen de, "Bir an önce annesinden koparıp sınıfa alıştırayım" dememeli. Çocuk, hiç tanımadığı bir ortam ve insanlarla karşılaşıyor. Öğretmeninin duruşu, sesi, hitap tarzı yabancı. Sınıf arkadaşları hep yeni yüzler. Bu yüzden ilk olarak ortama alışamaz, güvenemez. İşte bu durumda veliler sosyal refakatçi olmalı" diye konuşuyor.
Öğrenciyi sınıfta değil okul bahçesinde bekleyin
İlk haftalar, çocuğunuzu okul çıkışında bizzat kendiniz alın.
Öğretmeniyle tanışın. Ona yakın bir arkadaşınızmış gibi davranın.
Çocuğunuzun yeni arkadaşlıklar edinmesine yardımcı olun.
Onu ağlatarak, kaçarak okulda bırakmayın. Bu okul fobisine yol açabilir. Fakat her fırsatta da yanına gidip sorular sormayın.
Yeni sınıf arkadaşlarıyla vakit geçirmesine fırsat verin. "Her şeyini artık öğretmeninle yapacaksın artık onun her sözünü dinle" yerine, "Öğretmenin sana okuma-yazma öğretecek, sana yardımcı olacak" gibi sözler söyleyin.
Tuvalete gitme, yemek yeme gibi temel ihtiyaçlarını tek başına yapabilecek yaşa geldiğini telkin edin.
Çıkışta koridor yerine bahçede bekleyin.
ÖZGÜVENİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERAlanı ve zemini ne olursa olsun, özgüvenin önünde bazı engelleyiciler var. Buyurun beraber bakalım neymiş insanın özgüvenin önündeki engeller?
Dikkatimi çekiyor, ülkemizde yediden yetmişe pek çok kişide özgüven sorunu var. İster sınıfta zorluklar yaşayan minik tatlı bir çocuk olsun, ister mesleğini eline almış kocaman yetişkin insanlar olsun özgüven sıkıntılı bir durum.
Aslına bakarsanız “özgüven” kavramı o kadar geniş ki. Kimi insanlar misafir ağırlayacağında özgüvenini yitiriyor, kimi insanlar araba kullanırken, kimileri kalabalık karşısında konuşurken. Birinin cesaretle yapabildiği davranışı, diğer kişi yapamayabiliyor. Dolayısıyla kimin ne zaman nerede zorluk yaşadığını anlamaya çalışmak, yüzyıllık bilmeceleri çözmeye çalışmak gibi zihni yorabiliyor.
Alanı ve zemini ne olursa olsun, özgüvenin önünde bazı engelleyiciler var. Bugün onlardan bahsetmek istiyorum sizlere. Belki özgüven sahibi olmak isteyen okuyucularımıza denk düşer yazdıklarım.
Bakayım neymiş özgüvenin önündeki engeller diyenler için maddeler gelsin:
1. Utangaçlık: Dikkatler kendisine yoğunlaştığında ne yapacağını bilemeyen, ilgiden hoşlanmayan, cesareti kolay kırılan kişilerin yaşadığı bir duygudur utangaçlık. Kişi adeta elini kolunu nereye koyacağını bilemez. Kendisine eleştirel gözle bakıldığını düşünen kişi korkuya kapılır. Bu korku, bir anlamda kişinin kendisini koruma güdüsü olarak gelişir. Korku, yapılmaması ve söylenmemesi gereken şeyleri yaptırır ve söyletir. Özgüven sahibi olmak isteyen insan, öncelikle utangaçlık duygusuyla baş etmeyi öğrenmelidir. İçine biriken korkunun, kendi zihinsel algılarının mahsulü olduğunu hatırlatmalıdır kendisine. Böylece utangaçlıkla baş etmeniz kolaylaşır.
2. Başarısızlık kaygısı: Özgüvenin önündeki en önemli engellerden birisi de budur. Her ne yapıyorsanız yapın, işin sonunda başarılı olacağınızı düşünün. “Ya başaramazsam” duygusunu aklınıza getirmeyin. Üstelik yaptığımız her işi illaki başaracağız diye bir kural da yok zaten! Biz çabalar elimizden geleni yaparız, başarı gelirse gelir, gelmezse keyfi bilir. Önemli olan çalışma sırasında edindiğimiz tecrübeleri biriktirebilmektir. Esas başarı, pek çok başarısızlıktan sonra bile en güzel dersi çıkarıp yoluna devam edebilmektir.
3. Alay edilme kaygısı: Dikkatimi çok çeken bir başlık da bu! Özgüven sorunu yaşayan kişilerin çoğu, kendileriyle alay edileceğini zannediyorlar. Oysa kendisine çok güvenin insanlarla da alay edilir. Buradaki temel mesele, birilerinin sizinle alay edip etmemesi değil, yapılan alayları sizin ciddiye alıp almamanızdır. Kendimden örnek vereyim; Allah’ın emrettiği tesettürü büyük bir özgüvenle taşıyorum. Bununla bile alay eden insanlar çıkıyor biliyorsunuz hepiniz. Alay edilecek diye emri mi yerine getirmeyeyim yoksa alay ettikleri için oturup ağlayayım mı? Kendi bildiğim doğruyu uyguluyorum, yol benim yolum deyip ilerlemeye devam ediyorum. Tarih boyunca alay hep olmuştur, olacaktır da! Peygamberlerle bile alay edildiğini biliyoruz hepimiz! Önemli olan sizin yaptığınız şeyi doğru yaptığınızdan emin olmanız! Ve alay edilmesinden korktuğunuz durumlara espri ile yaklaşabilmeniz.
4. İncitilme kaygısı: insanların çoğu incitilmeye karşı çok duyarlı maalesef. İncitilmekten çok endişeleniyorlar. Bu duruma kendisini kaptıran insanlar özgüven geliştiremez biliyor musunuz? Çünkü kendine güven duygusu, aşırı kırılgan kişiliklerde gelişemez. Sürekli kendisinin diğer insanlar tarafından itilip kakıldığını, aşağılandığını düşünen kişi, kendisine güvenebilir mi? Başkalarının gözünde değerli olmadığını hisseden kırılgan kişilik elbette özgüven sahibi olamaz. Bunun için şartlar ne olursa olsun, aşırı duygusal kırılgan özelliklerinizle baş etmeye çalışın.
5. Reddedilme kaygısı: Bu kaygı hayatın pek çok alanında karşımıza çıkar. Pek çok kişi, başka insanlar tarafından reddedilme kaygısı yaşadığı için yalnız kalmayı tercih eder. Kimse tarafından kabul edilmeyeceğini, sevilmeyeceğini, istenmeyeceğini düşünüp durur. Hayatını hem kendisinin hem de çevresindekilerin burnundan getirdiği gibi özgüvenini iyice baltalamış olur. Pek çok sosyal sorunun arkasında bu kaygı yatar. Örneğin; ergenlik dönemindeki genç, arkadaşları kendisini reddetmesin diye sigaraya başlar. Eşi tarafından reddedileceği kaygısı yaşayan kadın, eşine karşı samimi davranamaz, yüzeysel ve sahte davranışlar sergiler. Böylece evliliği duygu duvarıyla ilerler. Hatta ilerleyemez bile.
6. İstenmeyen sonuçlarla karşılaşma kaygısı: Özgüven demek, istenmeyen durumlarla karşılaşıldığında, olanı anlamaya çalışıp, gelecek için dersler çıkararak yola devam etmek demektir. Özgüven sorunu yaşayan insanlar, yeni ve beklenmeyen durumlar karşısında nasıl davranacaklarını bilemedikleri için, istenmeyen durumlarla karşılaşmaktan korkarlar. Gereksiz korkuları kendi kendilerinin iç enerjisini bitirir. Yeni adımlar atma, yeni bir işe girişme, yeni insanlarla tanışma, yeni fikirlere açık olma gibi durumların tamamı onlara çok uzaktır.
Danışmanlık hizmeti verirken karşılaştığım özgüven sorunu yaşayan kişilerde gözlemlediğim ortak kaygılar bunlar sevgili okurlar. Bir sabah uyandığınızda hop diye özgüven sahibi olamazsınız elbet! Ancak özgüven sahibi olmanıza engel olan kaygıları adım adım yenmeye çalışarak özgüven sahibi olabilirsiniz.
Yapabiliyorsanız tek başınıza… yapamazsanız ben yardım ederim merak etmeyin…
Sevgiler…
Kaynak.
Mehtap Kayaoğlu (Psikolojik Danışman & Psikoterapist)
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder